• info@islam-cf.ch

Peygamberimiz

Çok Muhterem Hoca efendi kardeşlerim!

Hepinizi hürmetle selamlayarak sözlerime, çok mühim bir ders işleyeceğimden bir   mukaddime yapmakla başlıyorum. Muhterem kardeşlerim, bugün ki mevzumuz Hz. Muhammed  (SAV) efendimizin mübarek Hayatına kısa bir bakış olacaktır. Alemlere rahmet olarak gönderilen ,insin ve cinnin Peygamberi eşrefi mahlukat tek önder Hz. Muhammed Mustafa (SAV) efendimizin hayatından bahs etmek, hele benim gibi aciz bir insanın üzerine vazife oldu. Bu vazifeyi ifa için başkasını vazifelendirmiştim. Esasen büyük Peygamberin hayatını yaymaktan haya ediyor ve korkuyorum. Hangi el ve hangi dil beşeriyetin kurtarıcısını tarif edebilirki ben acizane buna cüret edeyim. Fakat, hikmeti ilahi, ben bu vazifeden kaçarken yine benim üzerimde kaldı. Aslında bu vazifenin ifası da icap ediyor. Cenabı Hak Hazretlerine sığınarak ve mümkün mertebe şahsi ifadelerimden ziyade iktibas etmek suretiyle huzurunuzdayım. Allah(CC) hazretlerinin tevfik ve inayetini niyaz ediyorum.

Kabenin Araplar nezdinde olan yüksek mevkiini biliyoruz. Bütün Arabistan yarım adası, Kabenin bulunduğu Mekke’ye akın akın geliyor, burada panayırlar kuruluyor, ticaret buraya akıyordu. Mekke, gerçi her tarafa  doğru ticaret kafilelerinin yollarına açıktı. Fakat, kâbenin  mukaddes bir makam olması, asıl Arapları çeken bu idi. Onun için halkı oradan ayırıp başka taraflara çekmek maksadıyla başka dini mabetler meydana getirildiğine şahit oluyoruz.

Mesela Gassaniler Hire’de bu nevi bir mabed meydana getirmişlerdi. Yemene hakim olan Habeş valisi Ebrehe’de, Yemen’de, sanada böyle bir mabed yaptı. Fakat Arapları, Mekke’deki Beyti Haramdan çevirmeye muvaffak olamadı. Araplar nazarında Kabenin kudsiyeti eski mevkiiyle hep devam etti. Ebrehe’nin kurduğu mabede kudsiyet nazarıyla bakmadılar. Araplar ona dönmek şöyle dursun, hakaret için birisi onun içine pislemişti bile.

Ebrehe, Arapları çekmek için son derece süslediği ve bir çok masraflar yaparak meydana getirdiği bu yeni mabede Arapları Kabe’den bir türlü çevirmeye muvaffak olamayınca Kabe’yi yıkmaya karar verdi. Habeşlilerden teşkil ettiği büyük bir ordu ile Araplara karşı harbe girmek, daha doğrusu Kabe’yi yıkmak maksadıyla Kabe’ye doğru yollandı. Bu ordunun önünde büyük bir fil bulunurdu. Mekke’ye doğru yola çıkan bu ordunun önüne çıkıp Kabe’yi yıkmaya mani olmak isteyenler çıktı ise de bu muazzam ordu onları ezerek geçti ve Mekke’ye doğru ilerlediler. Mekke’ye ulaştığı zaman birkaç süvarilerini keşif için ileri gönderdi. Bu gidenler Kureyş mallarından neye rastladılarsa toplayıp Ebrehe’ye getirmişlerdi.

Bu yağma mallar arasında Abdul Muttalib‘in 100” deveside vardı. Ebrehe’nin ordusu Mekke yakınında çadırlarını kurmuştu. Ebrehe’nin bir elçisi, Mekke’ye gelerek Ebrehe’nin maksadı kan dökmek değil ancak Kabe’yi yıkmak için geldiğini söyledi. Abdul-Muttalib de Mekkeliler namına, Kendilerinin de  kan dökülmesine taraftar olmadıklarını bildirdi. Abdul-Muttalib beraberinde Mekke’nin ileri gelenlerinden bir heyetle  Ebrehe ye  ricacı olarak gittiler.

Ebrehe  Abdul-Muttalib’e  niçin geldiğini sorar.

Oda develerinin ve Kureyş’ten yağma olarak alınan malların iadesini istediğini söyler.

Bunun üzerine Ebrehe şöyle der:

-Ben sandım ki, Kabe’yi yıkmayayım diye niyaza geldin.

Sen ise develerinin derdinde imişsin.

Aptul muttalip Ebrehe’ye şöyle der:

-Ben develerimin sahibiyim ve onları istiyorum.

Kabe’nin sahibi var onu o korur.

Ebrehe malların tümünü geri verdi ve koca fili ordunun önüne kattı. Burda beklenmedik bir hadise oldu. Hak tarafından ebabil kuşları geldi. Ağızlarından ve ayaklarından ufak taşları askerin üzerine salıveriyorlardı. Kime isabet ediyorsa helak oluyordu. Askerin kırıldığını gören Ebrehe geri dönmek zorunda kaldı. Askerin çoğu orada ve yolda ölüp mahvoldu. Ebrehe’de, vücudu yoluk tavuk gibi yemene döndü ve orda öldü.

Kur’anda bu hadiseyi Fil suresi anlatmaktadır. O gün  Kabe’yi Muazzamı yıkmak için gelen Ebrehe gibi bu günde Ebrehe ruhlu kişilerin Kabe’i Muazzamın temsil ettiği tevhid akidesini yıkmak için gece gündüz kültürel savaş yaptıklarını biliyoruz.

İşte bu fil yılında Rebiyyulevvel ayının 12.gününe rastlayan Pazartesi sabahı, henüz tan yeri ağardığı zaman alem başka bir alem olmuştu. Cihana nur doldu. Kainatın ezelden beri müştak olduğu , göklerin aşkıyla devreylediği fahri alem Muhammed Mustafa doğdu. Bu gecenin geceler içinde benzeri yoktur. Kainatın en azametli hadisesi bu gece vukua ermişti. Bütün alem bu geceyi bekliyordu. Tarihçilere göre 20 nisan 571 miladi yılına rastlayan efendimizin doğum gecesinde Kisranın sarayı çatladı. Mecusilerin hiç sönmeyen ateşi o gece söndü. Sava gölü kurudu. Hz. Muhammed’in doğumundan birkaç ay önce babası Abdullah öldü. Annesi nur topu gibi bir çocuk doğurunca , dedesi Abdul Muttalip büyük bir ziyafet verdi. Kureyş’in ileri gelenlerini davet etti.

Sevgili torununa ne ad koyduğunu soranlara :

-Muhammed ismini verdim. dedi

-Atalarının arasında bu ismi taşıyan yoktur. Bu ismi koymaktan maksadın nedir?diye sordular

-Umarım ki, onu gökte Hak , yerde pek çok methedip övecektir . diye cevap verdi.

Mekke’de ileri gelenlerin bir adeti vardır. çocuklarını süt annelere verip baktırırlardı. Sa’d Kabilesinden halime adında bir kadın,emzirmek için Muhammed’i aldı. Halime’nin ailesi bu

yetim çocuktan memnundu. Halime’nin kocası Haris bir defa şöyle dedi:

-Halime bu çocuk biye çok uğurlu geldi.

O evimize ayak basalı beri hayvanlarımızın sütü, sütümüzün yağı çoğaldı. Evimize bereket geldi. Elimiz genişledi. Ben bu çocukta bir başkalık seziyorum. Peygamberimiz çölde bu ailenin yanında beş yıl Kadar kaldı. Hz. Muhammed (SAV), süt annesini bırakıp, Mekke’ye ailesinin yanına geldi. Peygamber efendimizin Annesinin Medine’de pek çok akrabası vardı. Hem onları ziyaret etmek, hemde yetim yavrusuna, yüzünü görmek nasip olmadığı babasının mezarını ziyaret ettirmek maksadıyla yavrusunu yanına alarak Medine’ye gitti. Peygamberiz o zaman altı yaşında idi.

Dayıları yanında bir ay kadar misafir kaldılar. Babasının mezarını ziyaret ederken öksüz kalmanın acısı tazelendi. Misafirlik bitince annesiyle çocuğu, yanlarında hizmetçileri Ümmü eymen olduğu halde Mekke’ye geri dönmek üzere yola çıktılar. Bir akşam Medine’nin 23mil uzağında  Ebva köyüne geldiler. Geceyi orda geçirdiler. Burada annesi hastalandı. Son dakikalarını yaşadığını anladı. Daha ana karnındayken babasını kaybeden bu yavrucak. Şimdi de anneden mahrum olacaktı. Bu acıyı hisseden anne, oğlunun masum yüzüne baka baka şu anlamda bir şiir söyledi:

Her yeni eskiyecek ve her şey yok olacaktır.
Ben de öleceğim, fakat gam yemem, çünkü
Temiz bir çocuk doğurdum. Dünyaya hayırlı
Varlık bırakıyorum. „

 

Bu sözlerden sonra, Amine bu dünyaya gözlerini yumdu. Ümmü eymen çocuğu alarak Mekke’ye geri döndü. Bundan sonra Hz. Muhammed’e dedesi Abdul muttalip 2sene baktı. Daha amcası Ebu talip baktı. Peygamberimiz 12 yaşında iken bir müddet amcasının koyunlarını güttü.

Ebu talip bir seferinde iken Hz. Muhammed’i yanına alarak, Şala yakın Büsra kasabasına kadar, ticaret maksadıyla götürdü. Peygamber efendimiz ticaret hayatına atıldı. Kureyş’in itibarlı kadınlarından olan Hatice, bazı kimselere sormayıp onlarla ortalık yapıyordu.

Ebu talibin teklifi ile Hatice Hz. Muhammed’e sermaye vererek kölesi Meysere ile Suriye’ye büyük bir kervanla ticarete yolladı. Bu seyahatte ticaret, ümidin üstünde çok karlı oldu. Hz. Peygamber o zaman 25 yaşında idi. Aracılar vasıtasıyla Hatice Hz. Muhammed ile evlenmeyi teklif etti ve neticede 40 yaşında olan Hatice ile Hz. Muhammed (SAV) evlendiler.

Hz. Muhammed’in 3 erkek, 4 kızı oldu. Erkek çocukları:Kasım, Abdullah, İbrahim

Kız çocukları:Zeynep, Rukiye, Ümmü gülsüm ve Fatma’dır. İbrahim hariç hepsi Hatice’den

doğmuştur.

Hz. Muhammed 40 yaşına geldiği zaman kendisinde bir başkalık sezilmeye başladı. Eskiden beri vakarlı ve daima tefekkürlü idi. Fakat şimdi daha başka bir ruhi alet içinde olduğu belli idi. Gürültüden azade daha tenha bir yere çekilip sükut içinde tefekküre dalardı. Kendisi için Mekke’nin 3 mil uzağında olan Hira dağında bir mağarayı seçmişti. Ramazan ayını burda geçirmeye adet edinmişti. Kulağına gaipten sesler geliyor ‘’Sen Rasülullahsın’’deniyordu.

Gözüne melekler görünüyordu. Miladın 610 yılının mübarek Ramazan Ayı yine gelmişti. Hz. Muhammed üzere yanına lüzumu kadar yiyecek aldı ve Hira dağına yollandı. Bütün halkının sevgi ve saygısını kazanan, sıdk ve emanet bütün kavmi şahadet ederek Muhammedülemin

adını verdikleri bu zat, acaba neden böyle düşünceliydi.

Şüphesiz ki onu bu düşüncelere sevk eden kavmin delaleti, bütün beşeriyetin şekaveti idi. Kavmi faide ve zarar vermekten aciz putların önünde eğiliyordu. Onlara tanrı diye tapıyorlardı . Yalnız bu kadermi ?bütün dünyayı kaplayan bir delalet kasırgası beşeriyeti kırıp ezmekte idi. Şirk ve tuğyan dalgaları cihanı kaplıyordu. Araplar kız çocuklarını diri diri toprağa gömer, Mecusiler ana ve kız kardeşle nikahı helal sayar, barbarlar ülkeleri tahrip ve kulları tazip ederdi. İnsanlığın hali ne olacak? Bunun sonu nereye varacaktı.

Bu düşünceler içinde bir gün Hira dağındaki mağarada murakabeye dalmışken melek kendisine göründü ve:

-Oku,dedi Hz. Peygamber:

-ben okumak bilmem, dedi bunun üzerine melek takati kesilinceye kadar Onu sıktı ve yine:

-Oku, dedi fakat Hz. Peygamber yine aynı cevabı verdi. Bunun üzerine melek onu tekrar baştan ayağa takati kesilinceye kadar sıktı sorusunu tekrarladı:

-Oku, dedi. Bu üçüncü emir karşısında Hz. Peygamber titrek bir sesle yalvarır gibi:

-Ne okuyayım, dedi. O zaman melek maveradan gelen seslerin en tatlısı ile şunları okudu:

-Halk eden Rabbinin ismiyle oku. O insanı kandan halk etti. Oku, O çok kerim olan Rabbinin hakkı için ki, O kalemle taim etti. İnsana bilmediğini öğretti.

Hazreti Peygamber bunları dinledi ve kalbinde nakşoldu. Melek bunları okuduktan sonra kayboluverdi. Hz. Muhammed ilk vahiy haletinin verdiği korku ve endişe içinde evine döndü. Hz. Hatice’ye: Beni örtün, beni örtün. dedi uyandıktan sonra gördüğü şeyleri, geçirdiği haleti Hatice’ye bir bir anlattı. Hatice kocasının bu endişeli hali üzerine, Ona şöyle dedi:

-Müjdeler olsun, sebat et. Allah’a yemin olsun ki sen bu ümmetin Peygamberi olacaksın.

Allah seni asla bırakmaz. Bu sözler Hz. Hatice’nin ne kadar yüksek ruhlu olduğunu gösterir.

İlk vahiyden sonra bir müddet vahiy kesildi ve sonra ikinci vahiy nazil oldu:

-‘’Ey bürünmüş yatan, kalk, insanlara tuttukları yolun kötü olduğunu haber ver, Rabbini büyük tanı ve yüce tut. Dünya kir ve pasından üstünü başını temizle. Putları terk et.’’

Artık büyük vazife başlıyordu. Halkı davet edecekti. İşe nasıl ve nereden başlayacaktı?Bu büyük sırrı kime açmalıydı? Acaba nasıl karşılanacaktı?Bunları düşünüyordu.

Hz. Peygamber, Hakkın emirlerini tebliğ ile memur olmuştu. Bu vazifeye sevgili eşi Haticeden başladı ve hüsnü kabul gördü. Bu faziletkar kadın onu bu Hak davasına tasdik etti. Peşinden hazreti Ali, azadlısı Zeyd ve pek samimi dostu Hazreti Ebu Bekir,Hak davasının tebliğcisini tasdik ettiler. İlk Müslümanlar, Kureyşliler’in islamiyete olan  düşmanlıklarını bildikleri için, dinlerini gizli tuttular. Bu durum üç yıl devam etti. Allah (CC) tarafından aşikare davet emri geldi. Meallerini vereceğimiz şu ayeti kerimeler nazil oldu:

yakın akrabalarını inzar et, müminlerden sana tabi olanlara rahmet ve himaye kanatlarını indir,şayet sana asi olup karşı dururlarsa ,onlara:ben sizin işlediklerinizden tamamıyla  uzağım;de’’(Şuara suresi,ayet:214-216)

Sana emrolunanı açıktan açığa ifa ve beyan et,Müşriklerden yüz çevir.’’;(Hicrsuresi,Ayet:94)

Hazreti Muhammed; Abdul muttalip ailesini, amcaları Ebu talib, Abbas, Hamza, Ebu leheb de dahil olmak üzere, evinde ziyafete davet etti. Bir sırasını getirip onları Allah’a ibadete davet etmeye başladı. Ebu leheb ortaya atıldı ve onun sözünü keserek cemaatı dağıttı. Böylece ilk davette Ebu leheb Hazreti Muhammed’in karşısına dikildi. Bir müddet sonra Hz. Peygamber daha genişletti. Bir gün safa tepesine çıkarak:’’ Allah’dan başka ilah olmadığını ilan etti.’’ Dinleyiciler arasında bulunan Ebu leheb hemen ayağa kalkarak:’’günümüzü zehir ettin. Bizi buraya bunun içinmi topladın’’dedi. Bunun üzerine bu toplantıda sonuç vermedi. Hz. Peygamber ve ilk Müslümanlar için çile ve meşakkat devri başlamıştı.

Mevzumuz dışında olmasına rağmen birkaç mümine yapılan eziyeti burada kaybetmeden geçemeyeceğim ki, ilk Müslümanların çektikleri eziyetlere mukabil günümüzün Müslümanlarının İslam için ne kadar kayıtsız olduklarını göstermek bakımından dikkat çekicidir.

1)  Bilâl Habeşi: Efendisi tarafından kızgın kumlara yatırılır, Göğüsüne taşlar yığılır, sonra ona:Müslümanlığı reddetmezsen seni bu şekilde öldüreceğim, denirdi. Bu vahşiyane işkenceye karşı, Allah birdir diyen Bilâl’ın boynuna ip takarak Mekke’nin bir tarafında öbür tarafına kadar sürükletmişti. Bilâli Hazreti Ebu bekir satın alarak azad etmiştir.

 

2)  Habbab bin Eret:Bu zat demircidirBir onu kıp kırmızı yanan kömürlerin üzerine yatırılmış ve göğüsü üzerine biri çıkmıştı. Ateşlerin üzerinde yanan bu zat İmanından dönmedi.

Sayısız olan bu gibi olayların biride Hazreti Peygamber Haremi şerifte Allah’ın birliğini ilan etmiş ve Allahu ekber sesini göklere yükseltmişti. Bunu putlarına hakaret saymış müşrikler Hz. Muhammed’in üzerine saldırmışlardı. Haris koşmuş ve Rasülullahı korumak istemişti. Hücumu ona çeviren müşrikler, her taraftan gelen kılıç darbeleriyle onu yere serdiler.

Hz. Peygamber vazifeye devam ediyor günden güne Müslüman olanlar çoğalıyordu. Buna karşılık müşriklerin eza ve cefaları artıyordu. Bu çileye dayanamayan bazı müminler Habeşistan göç etmek zorunda kaldılar.

Kureyşin gösterdiği şiddet ve mukavemete rağmenİslamiyet günden güne ilerliyor,kalpleri fethederek saflarını takviye ediyordu. Hazreti Hamza ve Ömer’in islamiyete girmeleriyle İslam dini şevkat kazandı. Bu ve benzeri olaylar müşrikler arasında büyük bir endişe oluşturuyordu. Nihayet yeni bir çareye baş vurdular. Bu çare ise boykottan başkası değildi.

Toplanarak bir karar aldılar. Haşim oğulları ile her nevi alakayı kesecekler, kız alıp vermeyecekler,alışveriş yapmayacaklar, görüşüp buluşmayacaklar. Bu antlaşmayı yazıp Kabe duvarına astılar. Bundan sonra Müslümanlar çok sıkıntılı günler geçirmeye başladılar. Aç kalan Müslümanlar bulabildikleri ağaç yapraklarını yemek mecburiyetinde kaldılar. Fakat tevhid davasından asla vazgeçmediler.Burada şu hususu tespit etmeyi bir vecibe sayıyorum.

Muhterem kardeşlerim Amerika ve diğer garp memleketlerinin Türkiye’ye Ambargo niçin uygulandıklarını çok iyi düşünmek mecburiyetindeyiz. (1974 Kıbrıs Bariş harekatı esnasında , Amerika ve avrupa bize ambargo koymuştu. Uçak ve tanklarımızla alakalı yedek parça dahı verdirmiyordu) Görüyorsunuz ki ambargo yeni bir şey değil. İslamın ta başından beri Müslümanları geri bırakmak kendilerine muhtaç duruma getirmek ve böylece İslam davasını durdurmak istemenin yoludur. Bize düşen de bütün sıkıntılara göğüs gererek bu dava üzerinde fedayı can etmeyi hazırlanmaktır. Bu abluka  hareketi üç sene devam etti.

Müslümanlar ablukadan kurtuldular. Biraz nefes aldılar. Boykotun kalkmasında sonra Hz. Peygamber, iki büyük kederle karşılaştı. Birkaç gün ara ile hamisi olan seksen senelik amcası Ebu talip ile kendisine en büyük teselli kaynağı olan zevcesi Hz. Hatice vefat ettiler. Bu iki ölüm Hz. Peygambere çok hüzün ve elem verdi. Bundan dolayı bu yıla hüzün yılı denildi.

İslam tarihinin en acıklı hadiselerden biriside Hz. Peygamberin taif yolculuğudur. Ebu talibin ölümünden sonra Kureyşliler’in adice saldırılarına uğramıştır. Taif halkını Müslümanlığa davet etmek için ilk Müslümanlardan sadık kölesi Zeyd’i yanına alarak Taife gitti. Taifte birçok nüfuzlu reisler, itibarlı aileler vardı. Bunlar Müslüman olurlarsa İslamiyet’in yayılması kolaylaşabilirdi. Bu ümitle oraya gitti. Taifliler İslam davetini kabul etmediler. Yalnız bununla kalmadılar, kendilerine gelen bir Allah misafirine, insanlık kurallarını çiğneyerek hakaret ettiler;ayak takımını ve kopuk alayını kışkırtarak Hz. Peygambere saldırdıktılar. Bunlar onun geçeceği yolun iki tarafına dizilerek taş attılar. Atılan taşlardan mübarek ayakları yaralandı, kan içinde kaldı. Takatsiz kalarak bir yere otursa bile zorla kaldırarak taşlamaya devam ettiler. Baldırı çıplak alayı Peygamberimizin bu acıklı haliyle alay ediyor, gülüp eğleniyorlardı. Kölesi Zeyd ise, vücuduna atılan taşlara siper etmeye çalışıyordu. Hz. Peygamber ellerini göğe açarak Cenabı Hakka şöyle yalvardı.

‘’İlahi, kuvvetimizin za’fa uğradığını, çaresizliğimi, halk nazarında hor görüldüğümü ancak sana arz ederim. Niyazım ancak sanadır. Ey merhametlilerin en merhametlisi, herkesin hor görüpte dalına bindiği biçarelerin Rabbi Sensin. Allah’ım beni huysuz ve yüzsüz düşman eline beni düşürmeyecek kadar esirgersin. Ya Rab gazabına uğramayım diye çektiğim bu mihnetlere, belalara aldırmam. Fakat senin af ve himayen bana, bunları göstermeyecek kadar geniştir. Ya Rabbi, gazabına uğramaktan, rızandan mahrum kalmaktan, Senin, karanlıkları parlatan, dünya ve Ahiret işlerinin dengesi olan yüzünün nuruna sığınırım. Senin  affını dilerim. Her kuvvet, her kudret Seninle durur.’’

Hz. Peygamber hicretten bir kaç yıl evvel Miraca çıktı. Bir gece Cebrail Aleyhisselam rehberliği ile Mekke’den Kudüs’e Mescidi Aksaya gelmiş, oradan göklere yükselmiş, meleküt alemini seyretmiştir. Hz. Muhammed (SAV) birinci gökte Hz. Adem’i, ikinci gökte Hz. Yahya’ya ve İsa’ya, üçüncü gökte Hz. Yusuf’a, dördüncü gökte Hz. İdris’e , beşinci gökte Hz. Harun’a, altıncı gökte Hz. Musa’ya, yedinci gökte Hz. İbrahim’e tesadüf etti ve hepsi ona:

-Merhaba ey salih Peygamber ve salih kardeş, diye selamladılar.

Oradan Sidretül-Münteha’ya geçti. Burası ilahi nurlar ile donatılmıştır. Cenabı kulu Muhammed’e neler vahy etti neler. Burada esrar perdesi kalktı. Bu makamda peygambere üç şey verildi

-Amenerrasulu

-Ümmetinden Allah’a şirk koşmayanların cennete gireceği müjdesi.

-Miraç hediyesi olarak beş vakit Namaz.

Miraç insan aklının kavrayamayacağı bir olaydır. Bunu kalem anlatamaz. Bunda zaman, mekan kaydı, mesafe ortadan silinmiştir. Bu Muhammed Aleyhisselam’ın ilahi lutfa mazhar oluşudur. Hz. Peygamber, Mekke’de 13 sene Arapları İslam’a davet etti. Fakat müşriklerin küfür ve inatları İslam’ı kabul etmelerine mani oluyordu. (Bu günküler gibi) Hz. Peygamberin Hak dini yayması için Cenabı Hak yeni bir mühit hazırladı. O’ da; Medinelilerden şair bir zat olan Samit oğlu Süveyd hac mevsiminde Mekke’ye geldiğinde Kur’an dinledi ve Müslüman oldu. Ayrıca Muaz oğlu İyasda yardım istemek için Mekke’ye geldiğinde oda Kur’an dinledi ve Müslüman oldu.

Aslan Tok Hoca Efendi