• info@islam-cf.ch

DİNDE DEĞİŞİM SAFSATASI

1
İslamiyet, kıyamet öncesinde İnsanlığın hidayeti için gönderilmiş son dindir. Bu dinin gönderilmesiyle, önceki şeriatler yürürlükten kaldırılmış, kıyamete kadar gelecek insanların da kurtuluş için yalnızca bu dine inanıp ona göre yaşamaları emredilmiştir.2 O nedenle bu “Din”, Kitab’ı ve Peygamberi’nin hadisleri, itikad esasları ve dini ahkamıyla birlikte kıyamete kadar bakidir ve geçerlidir.3

Dolayısıyla bu dini değiştirmeye yeltenmek veya ilk asırdan sonra hükümlerinin geçerliliğini yitirdiğini iddia etmek, açık bir sapıklıktır. Son asırda ve günümüzde, “dinde reform” kavramını telaffuz etmekten çekinen Abduh, Efgani, Reşit Rıza, Fazlurrahman, Musa Carullah ve bunların hayranları, “dinde tecdid” kavramlarının perdesi altında reformist faaliyetlerini sürdürmektedirler.

Dinimizdeki iman esasları, Kur’an ve mütevatir ve (Hanefilere göre) meşhur sünnette bildirilen haberlerle birlikte geçmiş kavim ve peygamberlerden verilen haberler, sübutu ve delaleti kat’î (kesin) olan dini emir ve yasakların tamamı, mümin olabilmek için iman edilmesi mecburi olan ve kıyamete kadar baki unsurlardır. Dinde inanılması mecburi olan bu unsurla, “zarûrât-ı diniyye” diye isimlendirilmiştir. Bu unsurlara, “hayattan umudun kesildiği an” gelmeden önce inanıp teslim olan kişi mü’min olur. Bunlardan herhangi birini inkâr eden, hafife alan ve bunlara inanmakta şüphesi olan kişinin Allah katında imanı kabul edilmez. Dolayısıyla bu kişi Allah korusun, küfre düşmüş olur.4

Nass’a, yani Kur’an ayetlerine ve makbul hadislere dayalı hükümlerin evrensel olduğu ve bunların, zaman ve şartlar ne olursa olsun sabit hükümler olarak kalacağı hususu, sübutu ve manaya delaleti kat’i olan naslarla sabittir.
1 “BİZ DE MÜSLÜMANIZ BE!” başlıklı yazımızın bir bölümüdür.
2 Bkz. Ali İmran, 3/19, 85.
3 Bkz. Maide, 5/3; Hicr, 15/9.
4 Bkz. Serahsi, Bulûğu’s-Sûl fi’l-Usûl, I/73; Bağdâdî, Usulid’Din, s. 290; Bağdadi, el-Fark beyne’l-Fırak, s. 323, 345, 347; Teftâzânî, Şerhu’l-Akâid, s. 153; Aliyyyülkâri, Şerhu’l-Fıkhi’l-Ekber, s. 46; Molla Hüsrev, Mirâtü’l-Usûl, s. 321; Şerafettin Gölcük, Süleyman Toprak, Kelâm, s. 103; vd.

2
Onun için, “mevrid-i nassta içtihada mesağ yoktur” (Hakkında nass bulunan bir konuda içtihad yapılamaz) külli kaidesi, dinde asıl olmuştur.5
Kur’an-ı Kerim’deki miras, aile ve ceza hukuku ile ilgili hükümler, “müfesser” hükümler olarak sabit/değişmez hükümlerdir.
6 Bunların tevile, tahsise ve uygulama şekli dışındaki ana hükümlerde içtihada açık olmadığı ittifakla kabul edilmiştir. Diğer bir ifadeyle bu tür hükümler, “taabbudi hükümler”dir. Tabbudi hükümler, akli değerlendirmeye açık değildir, dolayısıyla zamanla değişebilecek hükümler de değildir.7 Dinimizdeki ibadetle ilgili hükümlerin de değişmez ve taabbudi olduğu da izahtan varestedir.8 Bu esasların değişiminden veya günümüzde geçersizliğinden söz etmek de “dinde reform”un, dolayısıyla sapkınlığın ta kendisidir.

Müfesser hükümlerin sadece neshe ihtimali varken, Rasülüllah (s.a.v.)’in vefatıyla bu kapı da kapanmıştır.9

Kısaca, hangi alanda olursa olsun, sübutu ve delaleti kat’î olan bütün dini hükümler, yani Allah ve Rasülü’nden geldiği konusunda ve anlaşılmasında şüphe olmayan nasslar/hükümler, tevile, tahsise kapalı hükümler olup, bunları olduğu gibi kabul etmek, imanın gereğidir. Subutu kat’î olan, yani Allah ve Rasülü’nden geldiği konusunda şüphe olmayan naslara da olduğu gibi inanmak yine imanın bir gereğidir. Manası açık olmayan naslardan hüküm çıkarmak ise, ihlas ve dirayet sıfatını haiz bağımsız müçtehitlere mahsus bir iştir. Keza Kur’an ayetlerini ve hadis-i şerifleri açıklama ve tefsir işi de ihlaslı, dirayetli ve bağımsız ulemanın işidir.

Dinimizdeki içtihâdi hükümlerden zaman ve şartlara göre değişebilecek hükümler ise, sadece örfe dayalı olanlardır.10 Manayı delaleti açık olmayan nasslar konusunda ise, elbette Sahabe, tabiûn ve tebeüttâbiun dönemi alimlerinin içtihadları tercih edilir. Çünkü bu üç nesilden ilk ikisi Kur’an’da, üçüncüsü de
5 Ali Haydar, Dürerü’l-Hükkam s. 65, md. 14.
6 Zekiyyüddin Şa’bân, Usûlü’l-Fıkhi’l-İslâmî, s. 46, 344.
7 Şâtıbî, el-Muvâfakât, II/592, 593; Zekiyyüddin Şa’bân, Usûlü’l-Fıkhi’l-İslâmî, s. 46, 344.
8 Şâtıbî, el Muvâfakât, II/585.
9 Zeynüddin Kasım b. Kutlubuğa, Şerhu Muhtasarı’l-Menâr, s. 83.
10 Ali Haydar, Dürerü’l-Hükkam, s. 101, md. 39.

3
sahih hadis şerifte tezkiye edilen nesildir. Sonraki devirlerde ise, devrin muhlis ve dirayet ehli alimlerinin süzgecinden geçerek “telakki bi’l-kabul” hale gelmiş (makbul karşılanmış), ilmi silsileyle gelen bilgiye uygun yapıdaki ulemanın görüşüne itibar edilir.

Yoksa her devirde İslam düşmanlarının, Müslümanlarını kendilerinden görünen elemanlarla dini dejenere faaliyetleri eksik olmamış, son yüzyılda ve günümüzde ise bu ihanet zirveye ulaşmıştır. Dolayısıyla, günümüzde birilerinin, nasslarda açık olmayan hususlarda, bu üç neslin içtihadını bir yana bırakarak kendi reylerini devreye sokmaları, iyi niyetlilikten uzaktır, hayra alamet bir iş değildir…

Öyleyse, Din, özellikle naslarla sabit olan hükümler, gelişigüzel şekilde keyfi arzulara veya çağa göre değiştirilebilecek veya yorumlanabilecek bir müessese değildir. Aksi halde, “Son Din” ve “Son Peygamber” özelliğinin bir anlamı kalmaz. Allah Teâlâ’nın, Kur’an’ı “Son Kitap”, Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’i de “Son Peygamber” kılması, bu dinin, kıyamete kadar gelecek insanların ihtiyacına cevap vereceği anlamını beraberinde getirir. Son Din “İslamiyet”, bu özellikte indirilmiştir. Dolayısıyla Cenab-ı Hakk, “…Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim. Size nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı seçtim” buyurmuştur.

11 Bunun için Allah Teâlâ bu dini korumayı vâd ve tekeffül buyurmuştur.12
Asırların geçmesinden dolayı dini ahkamın geçersiz olmasını kabul eden zavallılar, aynı şeyi sürekli içtikleri “su” ve her saniye nefesledikleri “hava” (oksijen) için de söyleyebilyorlar mı acaba?
Demek ki bir şeyin eskiliği, onun değersizliğini gerektirmiyor. Su yaratılalıdan beri, “H2O”, oksijen de yaratılalıdan beri “O2”dir. Bugün, “din eskidi, değişmelidir” diyenler, aynı zamanda, “yahu bugün su ve oksijen eskidi bundan sonra artık “H2SO4” (sülfirik asit) içelim, “CO” (karbonmonoksit) soluyalım” diyorlar mı acaba?..
11 Maide, 5/3.
12 Hicr, 15/9.

4
Öyleyse Cenab-ı Hak, “O (Allah), hiç yarattığını bilmez mi? O her şeyi iyi bilir, her şeyden haberdardır”13 buyurmakla ve mahlukatın en şereflisi olarak yarattığı insana da “hakîm” (yerli yerinde hüküm koyan) sıfatıyla, ahir zamanda gönderdiği “Son Din”in, en güzel şekilde uyacağını da bilendir. “O (Allah) alimdir (kullarına en uygun olanı en iyi bilendir), hakîmdir (koyduğu hükümlerde ve bunların miktarında hikmet sahibidir)”14 ayetleri de bu manayı ifade eder.15
Bu nedenle de Allah Teâlâ, “lâ tebdiyle li kelimâtillâh” [Allah’ın kelimeleri (verdiği söz, hükümleri) değiştirilemez] buyurmuştur.16
Aşağıda mealini vereceğimiz ayeti kerime ise, tam da insanın fıtratıyla Allah’ın indirdiği din arasındaki uyumu ve bunun değişmezliğini dile getirmektedir: “O halde gerçek Müslüman olarak yüzünü Din’e çevir. Allah’ın yaratma kanununa (uygun olan dine dön) ki (Allah), insanları o dine göre yaratmıştır. Allah’ın yarattığında (dinde ve fıtratta) hiçbir değiştirme yapılamaz. İşte bu, dosdoğru dindir. Fakat insanların çoğu bilmezler.” 17
Görüldüğü üzere ayeti kerime, insanın, Allah’ın gönderdiği dine göre yaratıldığını ve fıtratın da dinin de değişmesinin ve değiştirilmesinin mümkün olmadığını, dosdoğru dinin de böyle olduğunu ilan etmektedir. Daha bu ilahi fermanın üstüne ne söylenebilir ki? “Değişim de değişim” diye durmadan bağıranlar, ne yaptıklarının farkında mıdırlar acaba?..
Şayet bu din, her çağın ihtiyacını karşılayamayacak olsaydı, yeni peygamberlerle yeni dinler göndermeye devam ederdi. Cenâb-ı Hakk,
13 Mülk, 67/14.
14 Nisa, 4/26; Enfal, 7/71; Nur, 24/18; Mümtehıne, 60/10. Bkz. Nisa, 4/11; İnsan, 76/30.
15 Zemahşeri, Keşşaf, I/371; İbn Kesir, Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim, I/459, 479.
16 Yunus, 10/64.
17 Rum, 30/30.

5
Peygamberlerini kendilerine itaat edilsin18 diye, kitaplarını da içerisindeki hükümlere uyulsun19 diye göndermiştir.
Buna göre, Kur’an ve Sünnet’te bağlayıcı hükümlerin bulunmadığını, bu hükümlerin “tarihsel” olup bugün geçerliliğini kaybettiğini ya da her çağa göre özgürce yorumlarla değiştirilebileceğini ileri sürmek apaçık bir sapıklık olur. Hz. Ömer’in “müellefe-i kulub”a zekât vermemesi gibi bazı uygulamalar, hükmün değiştirilmesi veya ilgası değil; devlet başkanı yetkisi ile şartlar gereği geçici bir süre için o “hükmün dondurulması” olayıdır.20
İslâm âlimlerinin Kur’an ve Sünnet’ten kaynaklandığı şekliyle ortaya koydukları fıkıh, fıkıh usulü, hadis, hadis usulü, kelâm ve akâid gibi birçok ilim dalını kabul etmeyip, bunların yanlış ve geçersiz bilgiler ihtiva ettiğini ileri sürmek de “on beş asır boyunca gelip geçen İslâm âlimlerinin, Hakk’ı bulamadıkları” hezeyanını savurmak anlamına gelir. Böyle bir durum, dinen, aklen, tarihen ve sosyal gerçeklik yönünden muhaldir. Bu tür iddialar maksatlıdır ve kesinlikle “oryantalizm” kaynaklıdır.
Bu yüzden Müslümanlar âgâh olmalı ve dini bilgisini nereden veya kimden alacağına dikkat etmelidir.
22.09.2020
Dr. Ahmet GELİŞGEN
www.ahmetgelisgen.com
18 Nisâ, 4/64.
19 Nisâ, 4/105.
20 Abdülkerim Zeydan el Medhal, s. 102.